2 Nisan 2008 Çarşamba

LAGERFELD VE SIRLARI


Fransız Rodolphe Marconi’ nin yönettiği ve Nicole Kidman ile Monaco Prenses’i Caroline’in de katkıda bulunduğu, 20 yy. moda dünyasının dev isimlerinden biri olan Karl Lagerfeld ile ilgili çektiği bu belgesel tarzındaki filmi modayla ilgilenen, bu sektörde çalışan veya kendine bir yer edinmek isteyen herkesin izlemesi gerekiyordu, gerekiyordu diyorum çünkü artık hiçbir yerde oynamıyor maalesef.

Sanırım fazla rağbet görmedi ki, vizyona girdiği ilk hafta bile, belli seanslarda verildi, sonra hafta sonuna kaydırıldı. Daha sonra ise sadece G-mall Maçka Cinebonus da 16:30 seansında gösterildi. Ben izlemeye gittiğimde sinemada sadece 3 kişi vardı.

Moda tutkunu birisi olarak ve yıllarca birçok ünlü moda evinin yanı sıra kendi markasını da başarıyla devam ettirip, Chanel’ in takdir ettiğim baş tasarımcısı olarak gördüğüm Karl Lagerfeld tüm özel hayatını ve yaşamını film de açık yüreklilikle paylaşmış.


“Gözlüklerin arkasında saklı insan”dan büyülenen yönetmen Rodolphe Marconi, 10 yıldan uzun bir süredir Karl Lagerfeld hakkında bir belgesel yapmayı düşünür. Marconi 2004’teki ilk karşılaşmalarında Lagerfeld’i ikna etmeyi başarır ve çekimler ertesi gün başlar.
150 saatlik çekimlerin sonucunda, kelimenin tam anlamıyla ünlü modacı Karl Lagerfeld’in hayatını paylaşan Marconi, bir elbisenin hazırlaşını, söyleşileri, fotoğrafçılık ve resim çalışmalarını, sanat kitapları koleksiyonunu, Chanel’i, Fendi’yi, Lagerfeld Galeri’yi, dünyanın en güzel kızlarını, aktrislerini, dünyaca ünlü yıldızları yani kısaca yıldızın günlük hayatını bir yönetmen gözüyle gözler önüne seriyor.

Moda dünyasından tasarımcı, model, fotoğrafçı ya da aktörlerle görüşmekten keyif aldığını söyleyen Lagerfeld, çalışmadıkları zamanlarda ise bu tip insanlardan uzak durduklarını söyleyen, sadece gerçek sanatçı ve mimarlarla görüşen, ukala-mesafeli bir tavır takınan diğer meslektaşlarını anlamadığını da söylüyor.

1983 yılında Chanel moda eviyle yaptığı ilk işbirliği için "saygı artık satmıyordu, ben horlayan bir güzel satın aldım ve adeta ölüyü dirilttim" sözlerini kullanıyor.
Film de en etkilendiğim sahne, 2004 yılında CHANEL için hazırlamış olduğu o muhteşem koleksiyon. Genelde koleksiyon detaylarını ve modelleri rüyasında gördüğünü söylüyor Lagerfeld. Bu koleksiyonu da gece rüyasında görmüş ve sabaha hepsini detaylarına kadar çizmiş. Siyah mantolarla sahneye çıkan mankenler, beyaz daire şeklinde basamaklı merdivende sıralanırlar ve hepsi sahnede toplandıktan sonra beyaz-siyahın asilliği ile müziğin o en müthiş anında hepsi beraber mantolarının önünü açarlar. İçlerinde mantoların astarlarından kombin yapılmış ceket ve etekler, pantolonlar v.s. vardır. (Ama bu sahne görülmeye değer gerçekten.)

Lagerfeld çizim yaparken siyah ve kırmızıyı ağırlıkta kullanıyor, tasarımlarını renklendirirken ise, kara kalem üzerinde saten görüntüsünü veren en iyi şeyin tipeks olduğunu söylüyor. "Yağlıboya gibi durduğu için tipeksi seviyorum üstelik kurumasını beklemek zorunda da değilim, çünkü bunun için sabrım yok!" diyor. Ve mutlaka her çizimini çerçeveye alıyor, altına da imzasını atmayı unutmuyor.

Bence, Chanel’i ‘’Chanel’’ yapan yılların eskitemediği tasarımcı. Birde fotoğrafla ilgili bir hikâyesi var. Chanel’ in katalog çekimlerinde fotoğrafçıyla tartışmış defalarca yapılan çekimler sonucunda Lagerfeld çekilen hiçbir fotoğrafı beğenmemiş ve ardından fotoğrafçıda ‘’çok iyi biliyorsan sen yap’’ diye orada çekimleri bırakıp gitmiş. Karl Lagerfel da o günden beri tüm fotoğraf ve katalog çekimlerinin kendisinin yaptığını söylüyor.

Özel hayatındaki detaylarından bahsetmeye gelince, kendisi hiçbir dine mensup değil, ayrıca homoseksüel ve bunu da açık yüreklilikle paylaşıyor. Çocukken bir rahip annesine Lagerfeld için rahip olacak deyince annesi kesinlikle dinle ilgili hiçbir şeyden bahsetmeyip onu kiliseye bile götürmemiş. İlk cinsel deneyimi ise, 12 yaşında olmuş. Erkeklerden hoşlandığını annesine söyleyince annesi bunu gayet normal karşılamış. Çünkü üvey ablası da lezbiyenmiş, okulda öğretmenleriyle beraber olduğu için kaç kere okuldan atılmış. Ona göre hayatta kimse masum değil. İlk 12 yaşında bir karı-koca çiftin saldırısına uğramış. Annesiyle yine bunu paylaştığında annesi ona çok kırıtıyorsun o yüzden başına bu tür şeyler geliyor demiş.

Gözünden hiç çıkarmadığı siyah gözlükleri, üst üste taktığı gümüş yüzükleri, dik yakaları, takım elbiseleri ve ilginç topuklu ayakkabıları ile Karl Lagerfeld uzun bir yolcuğa çıkarken 10 yaşından beri yanından ayırmadığı küçük yastığını da yanında götürmeyi unutmuyor. Çocukken dadısı bu yastığı ona yapmış, üzerinde işlemeli lokomotif varmış, fakat şimdi eskidiği için artık yastığın üzerine başka bir şeyle kaplıyor fakat bu detayı da anlatmayı unutmuyor.

Kendini taşınabilir ve dönüştürülebilir olarak tanımlayan Lagerfeld, kendi kanatlarıyla uçmanın ancak köklerden koparak gerçekleşebileceğini söylüyor. Kimsenin hayatında kalıcı olmak gibi bir derdi olmayan ünlü modacı, hiçbir şeye bağlanmamak gerektiğini, bunun bir külfet olduğunu düşünüyor, Lagerfeld hayatta bir görünüp bir kaybolarak var olduğunu belirtiyor.

Ve en sevdiğim yönü ise şu oldu ki, yardımcılarına her hafta başı çikolata gönderip, her defile sonrası istedikleri ayakkabı, çanta veya kıyafeti almalarını söylüyormuş. O zaman herkes onunla çalışmak ister değimli?..